Bunlardan Dost Olmaz! | Saadet Partisi
 
   

Bunlardan Dost Olmaz!

03.6.2020

Bunlardan Dost Olmaz!

Genel Başkan Yardımcımız Şerafettin Kılıç, gündeme dair konular hakkında değerlendirmelerde bulundu.

“Türkiye’nin Suriye’de güvenli bölge oluşturmak, böylece hem sınır ötesinden birtakım tehditleri bertaraf etmek hem de ülkemizdeki Suriyeli sığınmacıları ülkelerinde güvenli bir ortamda barındırmak için uyguladığı askeri harekât, hem ülkemiz hem de dünya gündemindedir.

Bilindiği gibi 2011 yılından bu yana iç savaşın sürdüğü Suriye’de otorite boşluğundan faydalanan PKK, PYD/YPG ve DEAŞ gibi terör örgütleri Türkiye’nin güvenliğini tehdit etmeye devam ediyor. Barış Pınarı Harekâtı’yla, bölgenin teröristlerden temizlenmesi, Suriye’nin sınır güvenliği ve toprak bütünlüğünün teminat altına alınması, göçmenlerin güvenli bir şekilde evlerine dönebilmesi, bölgeye barış ve huzurun hâkim olması hedefleniyor. Bu harekâtta şehit olan askerlere ve sivillere Allah’tan rahmet diliyoruz, ailelerine ve yakınlarına sabır diliyoruz.

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin vazifesini hakkıyla ve başarıyla yaptığına millet olarak inancımız tamdır.

Türkiye’nin güvenli bölge tesis etmek için başlattığı harekât, bazı gerçeklerin bir kez daha su yüzüne çıkmasına, bir kez daha ayan beyan ortaya dökülmesine vesile oldu. Neden mi bahsediyoruz? Tabi ki dost zannedilen düşmanlardan.Barış Pınarı Harekâtı’na en büyük tepkiyi  Türkiye’nin de içinde yer aldığı NATO üyesi ülkeler verdi. Başta ABD, Almanya, Fransa ve  Hollanda olmak üzere NATO ve AB üyesi 30’a yakın ülke Türkiye’ye karşı yaptırım kararı aldı. Müttefikimiz denilen ABD Başkanı Trump Türkiye’nin Suriye’yi işgal ettiğini söyledi. Fransa Devlet Başkanı Macron harekâttan duyduğu endişeyi dile getirdi. Almanya Türkiye’yi kınadı. Fransa Türkiye’nin saldırısının durdurulmasını istedi. Barzani Fransa’dan saldırının önüne geçmesini talep etti. Almanya, Fransa, İngiltere, Hollanda, Finlandiya ve İsveç Türkiye’ye silah satışını askıya aldı. Kim bu ülkeler? Bizi aralarına alsınlar diye türlü türlü tavizler verip yıllardır kapılarında beklediğimiz ülkeler. Dost sandığımız ülkeler. Bunların hiçbiri Türkiye’nin dostu falan değildir.

Türkiye Suriye topraklarını işgal mi ediyor. Asla böyle bir durum yok. Onlarca yıldır terör belasından dert çeken Türkiye, kendisine gelen saldırıları kesmek istiyor. Türkiye’nin bir işgal peşinde olmadığı, bu harekâtın sınırlarımızın hemen ötesindeki terör yapılanmasını çökertmeye yönelik olduğu defalarca açıklanmasına rağmen işlerine gelmediği için anlamak istemediler. Zaten, terör örgütlerini oluşturup besleyip başımıza musallat eden ülkelerden bunu anlamalarını beklemek de boş bir yaklaşım olurdu.

Bölgemizi kan gölüne çeviren, karıştıran, Irak ve Suriye topraklarında PKK-PYD-YPG terörünü besleyen Amerika değil mi? Tırlarca silah ve mühimmatı dünyanın gözü önünde teröristlere teslim eden Amerika değil mi? PKK beslendi, büyütüldü. Dost ve müttefik zannettiğimiz devletlerin askeri, lojistik ve her türlü desteği ile gözümüzün içine baka baka yapıldı. 

Bugüne kadar yapılan harekâtlarda olduğu gibi Barış Pınarı Harekâtı’nda da kahraman Mehmetçik, ABD’nin elleriyle beslediği terör örgütlerine karşı mücadele vermiştir.

ABD Başkanı Trump harekât boyunca neredeyse saat başı değişik mesajlar verdi. Bazen tehdit etti, bazen alaylı ifadeler kullandı, bazen nezaket ve diplomatik dilin dışına çıktı, bazen şantaj yaptı. Sırf bu bile Amerika’nın dost olamayacağını, kendisine hiçbir konuda güvenilemeyeceğini açıkça gösteriyor.

Bu süreçte Trump’ın “Türkiye’nin düşmanı PKK ile ortaklık yaptık” şeklindeki açıklaması, yine Senato’da Türkiye’ye karşı yaptırım tasarısı hazırlanması haberleri, ABD ile ilişkilerimizi yeniden tanımlamaya ve esaslı bir değişikliğe gitmeye gerek olduğunu ispatlar niteliktedir. Hangi menfaatimize yaradığı bir türlü anlaşılamayan NATO üyeliğimiz de değerlendirilmesi gereken konular arasındadır.

Bu noktada Büyük Ortadoğu Projesi’ne değinmeden geçmek eksiklik olur. 11 Eylül bahane edilerek o tarihten beri bölgenin nasıl bir çıkmaza ve savaşa çekildiğini görüyoruz. Afganistan işgaliyle başlayan, Irak’la süren, Suriye’yle başka bir boyut kazanan BOP’un, aslında “Büyük İsrail” hedefinin gerçekleştirilmesi için olduğunu da biliyoruz. O halde, ırkçı emperyalizm ile ne “müttefik”, ne “dost”, ne de “stratejik ortak” olunmasının mümkün olmadığını da görmeli ve anlamalıyız.

Erbakan Hoca’nın, 1992 yılındaki “Bir gün Suriye karışırsa, bilesiniz hedef Türkiye’dir” tespiti, Suriye meselesinin başından beri gereği gibi anlaşılabilseydi, farklı bir noktada olurduk.

Ordumuzu sınır ötesine çıkaracak tehdit ve tehlikeler olduğuna göre, ülkemiz askerî harekâta zorunlu kaldığına göre, bu tehdit ve tehlikelerin kimlerin eliyle ve ne şekilde oluştuğunu hiçbir zaman göz ardı etmemeli ve buna göre politikalar oluşturmalıyız. Arkamızı dönemeyeceğimiz devletleri artık ortak ve dost görmekten kaçınmalıyız.

Bunların yanı sıra önemli bir husus da şudur ki, ülkemizde yaşanan kutuplaşma, dış çevre ve olaylar kadar zararımızadır. Bin senedir kardeş olarak yaşayan Türkler ve Kürtlerin en büyük ve en önemli ortak paydası İslam kardeşliğidir. Biz içerde birlik ve beraberlik oluşturamadıktan sonra askerimizin başarısı eksik kalır. Türkiye olarak kutuplaşma politikalarının milletimize verdiği zararı görmeli ve bunu günlük siyasetten de uzak tutmalıyız. Birlik ve beraberliğimizi pekiştirecek adımlara yönelmeliyiz.

Varılan anlaşmanın gereklerinin yerine getirilmesini, harekâtın hedeflendiği şekliyle amacına ulaşmış olarak tamamlanmış olmasını ve devam edilmesine gerek kalmamasını diliyoruz. Allah bu güzel toprakların evlatlarını, milletimizi, devletimizi her türlü şerden, beladan, kazadan ve ihanetten muhafaza eylesin.

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), tüketici enflasyonunun yüzde 9.26’ya düşerek tek haneye indiğini müjdeledi. Ancak hepimizin yakından bildiği gibi vatandaşın kullandığı en temel ürünlerin fiyatları adeta uçtu. Zam yağmuru değil, zam sağanağı yaşanıyor.  İğneden ipliğe herşeye zam gelirken enflasyonun düştüğü açıklamalarına ne demeli! Tabi bu durumda enflasyonun tek haneye düşmesi, hayat pahalılığı karşısında ezilen vatandaşa inandırıcı gelmedi. Geçim sıkıntısı çeken, ay sonunu kıt kanaat getirmeye çalışan milyonların vicdanı bu rakamları kabul etmiyor. Klasik tabirle söyleyecek olursak vatandaşın enflasyonu ile resmi enflasyon rakamları arasında dağlar kadar fark var.

Zamlara şöyle bir göz atalım. Bir yılda yapılan zamlar:

Elektriğe    : % 60

Doğalgaza : % 52

Akaryakıta  : % 30

Gıdaya      : % 50

Beyaz ete : % 40

Çaya          : % 30

Süte          : % 50

Durmak bilmeyen zamlara son olarak ise, boğaz köprüleri ve otoyol geçiş ücretleri ile hızlı tren ve posta bedellerine yapılan yüzde 20 zam eklendi.

Son günlerde ardı ardına zamlanan elektrik, son bir yılda yüzde 60,6 artan fiyatıyla halkın fiyat artışından en çok dertli olduğu giderler arasında yer alıyor. Hem vatandaşın hem de sanayicinin en önemli gideri olan enerji zamları bir yılda yüzde 60 oldu.

Doğalgaz, elektrik, akaryakıt ve gıdaya gelen bu zamların neresini değerlendirelim. Bunlar, orta gelirli ve dar gelirli ailelerin temel ihtiyaçlarıdır. Ve bu zamlar da adeta ailelerin ekonomisinin belini kıran düzeydedir.

Zaten elektrik ve doğalgaz, enerji maliyetlerini artıran kalemler olduğu için buradaki artışların hemen her şeye yansıması da kaçınılmaz oluyor.

Üstelik önümüzün kış olduğunu hesaba katınca, ısınma ihtiyacı karşısında büyük bir mağduriyet yaşanacağı ve faturaların cep yakacağı açıkça ortadadır.

Bir süredir yeni bir moda var. Zammın adı değişti. Güncelleme diyorlar, fiyat değişikliği diyorlar. Diyorlar da, bunları demekle ekonomi düzelmez. Gerçekler değişmez.

Hükümet yetkilileri ülke ekonomisinde bahar havasından bahsetse de bunun yalancı bir bahar olduğu görülmektedir. Çok uzun süredir beton ve asfalttan başka bir alana yatırım yapılmıyordu. Sonunda durum tıkandı ve ekonomi darboğaza girdi.

Ekonominin uçuşa geçtiğini söyleyen iktidara sormak lazım: Halk ağır vergiler altında eziliyor, geçim sıkıntısı yüzünden bankalara borçlanıyor, enflasyon sebebiyle ay sonunu getiremiyor ama ekonomi uçuşta. Zam yağmuru yaşanıyor ama enflasyon düşüyor. Dünyada böyle bir ekonomi mantığı ve literatürü yok. Hani Ahmet Kaya bir şarkısında diyor ya “Bu ne yaman çelişki anne”.

TÜİK’in son verileri, zengin ve yoksul arasındaki makasın açılmaya devam ettiğini ortaya koydu. En yüksek gelire sahip yüzde 20’lik kesim, toplam gelirden yüzde 47,6 pay alırken; en yoksul yüzde 20’nin payına ise toplam gelirin sadece yüzde 6,1’i kalıyor. En zengin yüzde 20’nin geliri, en yoksul yüzde 20’nin gelirini 8’e katlıyor. Gelir dağılımı arasında böyle bir uçurum varken, ekonominin uçuşa geçtiğinden nasıl söz edebiliriz?

Dikkat çekici bir başka rakam ise taksit ve kredi borçları olanların oranının yüzde 70,4 olması. Bu ne demek? Ülkemizde 57 milyon kişi borçlu demek. Geldiğimiz noktada işsizlerin oranının yüzde 14’e dayandığı bir gerçek. 4 milyon 600 bin kişi işsiz. Bu arada iş bulamayan üniversite mezunlarını oranı ise yüzde 27 civarında.

Gelir dağılımı adaletsizliğinin arttığı, halkın önemli bir kısmının bankalara borçlu olduğu, resmi işsizliğin bile 4,6 milyona vardığı bir ekonomide başarıdan nasıl bahsedilebilir?

İnşaat, altyapı gibi üretken olmayan alanlara kaynakların aktarılması, tüketime dayalı ekonomi çarkları, üretim sektöründe maliyet artışları nedeniyle yaşanan durgunluk, ülkenin ekonomik durumunu bu hale getirdi.

Ülkenin bir an önce faiz, döviz ve borsa üçgeninden oluşan rant sistemini terk edip hemen yerine yatırım, istihdam ve üretimden oluşan reel ekonomiye geçmesi gereklidir. Üretmeyen bir ekonominin, yatırım yapmayan bir ülkenin ekonomi çarklarının doğru dönmesi, işsizliğin üstesinden gelmesi mümkün değildir. Yatırım, üretim, istihdam olmadan ve bunlara dayalı bir büyüme sağlanmadan halkın refah düzeyi artmaz. Ülkenin reel üretim gücünün geliştirilmesi gerekmektedir.”